SANRILAR İMPARATORLUĞU

O hep korktu; bir kere yitirmekten korktu. Sahip olduklarını bir kereliğine bile olsa yitirmekten korktu. Sahip olduğunu, sahibi olduğunu zannettiklerini yitirmekten; kazandıklarını, kazandığını zannettiklerini yitirmekten korktu. 

Malik olmak kendini özgürleştirir sanmıştı. Sanı bu ya, mülkiyetin onu ihtiyaç sahibi olmaktan da koruyacağına inanmıştı. Ve fakat öyle olmadı, malik oldukça özgürlük alanı daraldı, mülkiyeti onu malik olduklarına muhtaç haline getirdi.

Diyor Üstad Dücane Cündioğlu.

Evet bu dünyanın aslını ve faslını göstermesi bakımından tipolojik bir betimleme.

Zanlarımızın ve düşünsel probabilizmimizin kehanetsel çıkarsanmışlığının kıskacında esir düştük.

Zanlarımızın ve sanrılarımızın imparatorluğunun kölelerine dönüştük.

Zannettiklerimizin zan olduğunu farketmeksizin kurduğumuz muhayyilenin gerçek olduğu sanrısıyla koketrimizin ağına yakalandık.

Perdenin arkasına vakıf olamadan kendimizi perdenin arkasındaki sır zannettik.

Malik olduğumuzu zannettiklerimizin aslında köleleriydik ancak meftunu olduğumuz varlık ağacının gölgesinden ibaret olduğumuzu keşfedemeyecektik.

Ecelin korkuya faydası olur mu?

Gerçek elbet gün yüzüne çıkacak ve acı da olsa yüzüne çarpacaktı yaşadıkça öğrenen insanoğluna! Belki de öğrendiğini zanneden insanoğluna!

Çünkü insan zanlarından ibaret yaşamaya devam ettikçe zanlarının esiri olacak, gerçek yüzüne çarpınca uyanacaktı. Belki uyandığını zannedecekti.

Handiyse bu çarpmalar onu olgunlaştıracak diye düşünürken bu onu daha da agresifleştirecek ve mülkiyet mevcudiyetini şişirme kaygısıyla varlık balonunu şişirdikçe şişirecek, o balonun şiştiğini gördükçe kendini hakim zannedecek ve yine bu zan nedeniyle şişen varlık balonunun yönetimi zorlaşacak ve kocaman balonun patlamaması için balonun içindeki dünyanın kölesi haline gelecek ve bu sanrılar imparatorluğunun baş kölesi haline gelecekti.

İşte bu zanlar onu mobilize edecek ve kendi iç motivasyonu hiç tükenmeyecek ve zanlar onu balonun sahte hükümdarı eyleyecekti.

Sahte hükümdarlığının keyfini süremeyecek ve balonun patlaması en büyük handikabı olacaktı. Korkacaktı, yitirmekten ödü kopacaktı. Bu korkuyla sahte düşmanlar üretecek ve onlarla ölümüne savaşacaktı.

Peki gerçek neydi?

Ben aslında herşeyi sonradan öğrendim, herkes herşeyi sonradan öğrenirmiş bunu da sonradan öğrendim diyen Turgut Uyar meramımızı özetliyor.

Varlık, varlığın yaratıcısı Allah tarafından herşeye dağıtıldı ancak insanoğlu kendisine yetecek kadarına razı gelmedi ve sanrılar imparatorluğu kurdu ve o imparatorluğun sahte hükümdarlığına girişti. Varlık balonu şiştikçe kaybetme korkusuna tutuştu. Bu korku insanlığını unutturdu, zanlarının esiri olarak amaç sapması yaşadı.

Bir mezar taşına yazılan yazı bu sanrıları bitirebilirdi:

ya gel, ol ve git ya da git, ol ve gel

Gelseydi bulurdu, bulsaydı olurdu. Olsaydı çok güzel bir insan olurdu, olabilirdi. Ne ki gidemedi de. Gidemediği için olamadı ve insan da olamadı. Zanlarının sahte hükümdarı olmak daha janjanlı geldi ve sanrılarının imparatoru olarak önünde sonunda balonunu patlattı ve kaybetti. Korkularıyla birlikte gömüldü gitti gayyalara.